Kimsesiz Öyküler: İncelik Üretim Merkezi
Dünya duygu kısırlığının pençesinde savurlurken uzak
diyarlardan bir adam ülkesine dönmekteydi. Sırtında ağzına kadar not kâğıtları ile
dolu sırt çantasıyla bakanda göçebe hissi uyandırıyordu. Öyleydi de. Yıllar
önce duygu kısırlığı ilk başladığında çantasını toplayıp en ürkütücü yollardan geçerek,
dünyanın geri kalanında işlerin nasıl olduğuna bakmaya gitmişti. O da belli duygularını
yitirmişti ancak merak duygusu çok keskindi.
İç cebinden bir harita çıkardı. Kırmızıyla işaretli
mahallelere asla uğramamalıydı. Orada yalnızca kabalık değil aynı zamanda abartı
da en üst seviyedeydi. Yakınından geçmek dahi ona zarar verebilirdi. Merak
duygusu kulağına heyecanlı şeyler fısıldasa da vazgeçti. Doğruca mavi ile
işaretlemiş yolu takip edip üstünde “Eleştirenleri Eleştirenlerin Eleştirildiği
Eleştiri Sevenler Derneği “ tabelası bulunan binaya daldı. Burası aslında bir
paravandı. Yerin asıl ismi “ İncelik Üretim Merkezi” idi. Ülke sınırları içinde
kalmış birkaç incelikli insanın kurucusu olduğu bu merkezde, ülkede bulunan incelik
sahibi insanların bulunması başlıca işlerden biriydi. Bulunan incelikliler yeteneklerine
göre sınıflandırılıyor daha sonra az incelikliler ile etkileşime geçiyor ve
yeniden doğuş programı kapsamında incelik kazanmaları sağlanıyordu.
Kapıdan girince danışmaya gitti. Bekleme salonuna benzeyen
girişte birkaç Kaba bağıra çağıra ve asla birbirini dinlemeden bir şeyler
tartışıyordu. Birden öfkelendi, içinden adamlara katılıp var gücüyle bağırmak
geçti. Sonra arkasından kaba bir ses “ Ne vardı? “ dedi. Danışmadaki somurtkan
kadındı seslenen. Jilet gibi giyinmişti bakımlıydı ama kaşlarını çatmaktan
alnın ortasında derin bir çizgi oluşmuştu. Birkaç sene evvel bir Avrupa ülkesinde
denk geldiği “Gaddarlar “ grubunu hatırlattı. Eskiden Avrupa denildiğinde insanların
aklına zarafet gelirken şimdi gaddarlık, karanlık ve akla hayale gelmez
kabalıklar geliyordu. Ortaçağ'ı yeniden dirilttiklerini o, bir zamanın İncelikli
insanları öğrense kahrolurlardı.
Kadının önündeki bankoya sokularak dudaklarını oynattı. Dudakları
“ Teşekkür ederim“ diyordu. Kadın biraz öne eğilip göz kırptı. Ah işte İnceliklilere
has işaretleşme. O da İncelikliydi. Bu paravan şirketin tuttuğu Kaba
eleştirmenlere nasıl dayanıyordu acaba? Onun için üzüldü. Sonra elini kalbine
götürüp bunu hâlâ hissedebilmek ne şahane diye düşündü. Ah bir de içten
ağlayabilseydi. Yıllar olmuştu ağlamayalı.
Kadın “ Üst kata çıkın, orada size yardımcı olacaklar” dedi
sert bir tonlamayla. Yürürken kadının arkasından “ Bunlar da hep beni buluyor “
diye söylendiğini duydu. Gülümsedi. Ne kadar iyi rol yapıyor diye düşündü.
Sonra aniden korktu ya biri gülümsediğini gördüyse. Somurttu kaşlarını çattı
iyice zalim bir yüz ifadesi edindi. Asansöre binince kendisini aynada görüp
kapı kapanır kapanmaz kahkahalarla güldü. “ Bende de biraz oyunculuk yeteneği
vardır” dedi.
Üst kat bambaşka bir dünyaydı. Kapı açılır açılmaz kocaman
gülümsemesi ile “Hoş geldiniz” diyen genç bir adam karşıladı onu. İçtenlikle
elini sıktı. Kabalar başa geldiğinden beri insanların birbirine şiddet harici
dokunması yasaktı. Adamın elleri ne kadar yumuşaktı. Gözlerine birden bir
şeyler hücum etti. Adama sarıldı, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Sonra birden
kendini geri çekip özür diledi.
Adam hala o kocaman gülümsemesini koruyordu. “ Çekinmeyin
buraya ilk gelenlerde gözlemlediğimiz bir şeydir bu. İlk önce yeniden ağlamayı
öğreniyorlar. Biz bunun ilk doğuşumuzdaki ağlamamızdan kaynaklandığını
düşünüyoruz. Yeniden doğuşta da ağlamanız aslında her şeye hazır olduğunuzu
gösteriyor. Tekrar hoş geldiniz ” dedi. İçini çeke çeke “ Hoş bulduk” diye
cevap verdi. Geleli 1 dakika olmuştu ve yeniden ağlamayı başarmıştı. Günlerce
ağlamak istiyordu şimdi. Eve dönmüş gibi hissediyordu. İçinde bir parça daha
tamamlanmıştı sanki.
Sırt çantasını sırtından indirdi. Bir kenara bıraktı.
İçindeki kâğıtları işaret ederek “ Bunlar gezerken tuttuğum notlar. Olur da bir
gün Kabalaşırsam lütfen bunları iyi muhafaza edin. İçinde 72 milletten
İnceliklinin hikâyesi var. Hepsini dinledim birçok incelikli duygumun sebebi
onlardır. Yine de ağlamayı kendi topraklarımda yeniden öğrendim. Demek ki siz
cidden başarılı bir merkezsiniz “ dedi. Adam gözlerinin içine bakarak
dinliyordu onu. Kabalarda olmayan bir özellik daha… Bırakın göz göze gelmeyi
onların gözlerini göremezdiniz bile. Hep başka bir şeyle meşgul gibi görünürler
ama aslında kendi zihinlerinin içinde kaybolmuşlardır.
Kendisini karşılayan İncelikli ile Merkezi gezmeye başladı. Merkez
bu devrin teknolojisine ve Kabalara rağmen en ilkel mobilyalarla döşenmişti.
Yerde el örmesi kılıflı bir minder vardı. Kabalar üretimi de
kabalaştırmışlardı. Tek tip abartılı mobilyalar kullanmak mecburi gibiydi. Böyle
bir minderi bulabilmek kesinlikle çok zor olmuştur. Merkezde çok fazla enstrüman
vardı. “Bunları çalabilen insanlar bulabildiniz mi? “ diye sordu heyecanla. Adam
gözleriyle gülerek evet anlamında başını salladı. Gözlerine yine yaşlar hücum
ediyordu. “Daha sonra İnceliklilerden biri size dilerseniz müzik dinletisi
sunabilir. Şimdi sizi asıl görmek isteyen kişinin yanına götürmek istiyorum.”
Bembeyaz bir koridordan geçip ahşap oymalı bir kapı önüne
geldiler. İncelikli, kapıyı iki kez tıklattı. İçeriden ayak sesleri geldi.
Kapıyı kır saçlı ufak boylu bir adam açtı. Çekik gözlerinin kenarında gülmekten
oluşmuş kaz ayakları ile insanın içini aydınlatıyordu. Gülümsedi. “ Hoş geldin “
diyerek kollarını açtı. Sarıldılar. Buraya geleli daha 1 saat bile olmamıştı
ikinci ağlama krizine giriyordu. İçinde bir göze vardı da sürekli kaynıyordu
sanki. Nerdeyse o geçmişte hep duyduğu ama hiç hissedemediği şeyi hissettiğini
düşünecekti. Diğer İncelikli gülümseyip yanlarından ayrılırken Aydınlık adam
onu içeri davet etti. Oldukça eski ama bir o kadar rahat bir koltuğa oturttu.
Gördüğü her şeyi hayatında ilk defa görüyor gibi olması onu biraz
utandırıyordu. Utanmaktan usanmıştı ama elinde kalan birkaç İncelikli histen biriydi.
Onu yitirmeyi asla istemiyordu.
Aydınlık adam “ Sizi uzun zamandır bekliyorum. Sizinle
karşılaşan bir başka İncelikli gezgin topladığınız hikâyelerden bahsedince
inanılmaz heyecanlandım. Sizin merkezimize çok büyük katkılar yapacağınızı
düşünüyorum. Hatta belki bir kitap bile yazabiliriz. Düşünsenize yıllar sonra
yazılan ilk kitap olacak” dedi. Konuştukça oda daha da aydınlanıyordu sanki. “Kitap mı? Bunu yapabileceğimi
sanmıyorum. Ben bu yolculuk sırasında birçok duygumu yitirdim. Mesela Özlem.
Özlem olmadan İnceliklerle ilgili bir kitap yazabilmek mümkün değil. Diğer
gezginlerden hiç eski İncelikli dünyaya ait kitap bulan olmadı mı? “ Aydınlık
adamın yüzü şimdi biraz solgun görünüyordu ama birden toparlanıp gülümsedi “Hayır Kabalar her türlü kitabı yok ettiler. Bunlara hiçbir insanın okumaya
uğraşmayacağı kullanma kılavuzları da dâhil.” diyerek bir kahkaha attı. “Yeniden yazacağız. Eskiden dinlediğimiz, okuduğumuz hikâyeleri yeniden
toplayacağız. Yeniden şiirler okunacak, şarkılar türküler söylenecek. Burada birçok
ozan bulunuyor. Gördüğünüz enstrümanları çalabilen insanlar var. Burada
inanmazsınız ama bir bahçemiz bile var. Hatta orada büyümekte olan bir çınar
ağacı var. “
“Bahçe mi? Çınar ağacı mı? Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?
“
“Hayır. Gerçekten var bunlar. Görmek ister misiniz? “
“Bir ağaç görmeyeli o kadar uzun zaman oldu ki. Nereden,
nasıl buldunuz? ”
“Gelen ozanlardan biri getirdi. Çok çok eskiden yani gerçek
toprak varken tarım yapan bir ailesi varmış. Atalarından kalma tohumlar getirdi
bize. Çok değil 7 tanecikti. Aylarca beton kazıp toprağa ulaştık. Çok kaliteli
bir toprağımız yok ama bu tohumların yeşermesine yetti. “
Ellerini kafasının içine aldı. Sanki çok korkunç bir şey
duymuş gibi yüzü donuk görünüyordu. Toprak… Gerçek toprak bulup çınar ağacı
yeşertmişlerdi. İnanamıyordu. Dünyada çok az yerde toprak madeni bulunuyordu.
Gezginliği sırasında bu yerlere ulaşmayı denemişti ama her seferinde
engellendi. Evet toprak eski madenlere benzemiyordu ama en değerli kara parçasıydı.
Toprak her şeye hayat verendi. Ona ulaşmak için maden kazar gibi betonlar
arasında tüneller açmak yerin metrelerce altına inmek gerekiyordu. Beton
madenler bütün madenlerden daha öldürücüydü. Kimse pek buna cesaret edemezdi. Ama
işte burada şehrin göbeğinde bir bahçe… “Bu kadarı bana fazla” dedi kendi
kendine.
Aydınlık adam omzuna dokundu. “Benimle gel” dedi. Ayağa
kalktı, başı dönüyordu. Aydınlık adamın peşinden yürümeye başladı.
Merdivenlerden indiler. Yine beyaz bir koridoru geçip işlemeli demir bir kapıya
geldiler. “Hazır mısın ?” dedi adam. Başını salladı ama kendini iyi
hissetmiyordu. Birden bir aydınlık kapladı her yanı. Hafif bir rüzgâr yüzünü
yaladı. “Ayakkabılarını çıkar” dedi Aydınlık adam. Çıkardı. Buz gibi suya
parmak uçlarını sokar gibi dokundu toprağa. Yürüdü. 6 tane ağacın ortasında iki
insan boyunca yükselmekteydi çınar ağacı. Yürüdü. Aydınlık adamı arkasında bıraktı. Yürüdü. Toprağı hissetti. Durmadı yürüdü. Çınar Ağacının önüne gelince yere oturdu. Sonra birden anne karnındaki bir
bebek gibi kıvrıldı. Yüzünü toprağa gömdü, ellerini çınar ağacının gövdesine
uzattı.
“ Seni çok özlemişim” dedi. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
Bahçenin bir köşesinde pos bıyıklı dev bir adam, donuk
ifadesiz bakan bir çocuğa cura çalıyordu. Ne çocuğun yüzünde bir aydınlanma ne ozanın dilinde bir söz vardı. Hiç bir duygu yoktu.
Ama gelecekti elbet...
Ama gelecekti elbet...
Not: Bu hikâye yazılırken Erdal Erzincan- Sarı Tamburam ve Coşkun
Karademir- Ayaz Kokusu dinlenmiştir. İncelik üretenler daim olsun.
Yorumlar
Yorum Gönder