Kimsesiz Öyküler: Turşu




Bezgindi. Omuzları öne düşmüş yürüyordu. Sessizlik canını sıkıyordu.
İnsanın bir nefese muhtaç olduğu o pus perdesi arasında kurtarılmayı bekler gibi bir hali vardı fakat şikayet etmiyordu. En azından bunu sesli dile getirmişliği yoktu. Her gün bir biri ardı sürüp giderken günlük işler bile ızdırap olmaya başladı. Özellikle yemek yemek işkenceydi. Ruhundaki dipsiz kuyuya taş atıyormuşcasına yiyordu. Tat almadan, keyifsizce.
Lokmaların boğazına dizilişine şahit olup o gün de ölmeyecek kadar kuyuya yemek yolladığına ikna olduğunda aynı bezginlikle kalkıyordu masadan.

Ev onun çevresinde bıraktığı pusla tozlanmıştı sanki. Ev işlerine aşinalığı yoktu. Para kazanma kısmını hep o halletmişti gerisini eşine bırakırdı.
Artık yalnız olduğuna göre bu işlere bakması gerekiyordu ama nereden başlanır bilmediğinden ve şu durulmayan bezginlikten ötürü erteleyip duruyordu.

Akşamüstü kapı çaldı. Kapıdaki kişi onun sürüdüğü ayaklarından, evin neresinde olduğunu, kapıya ne kadar yaklaştığını anlayabilirdi.
Kapıyı, kusursuz bezginliğini bozan kişiye sinirle, süratle açıverdi. Üst kat komşusu yemek getirmişti. Bu durumdan da sıkılmıştı. "Kuyuya atacak daha çok yemek" diye düşündü. "Ne hoş."
Suratında asılı duran hoşnutsuzluğa komşusu alınganlık göstermedi.
Gülümseyerek " Kurufasülye yaptım, size de getireyim dedim. Fakat turşu kalmamış, kusura bakmayın. Bu turşusuz pek bir şeye benzemez değil mi ?" dedi.
Yine manasız bir konuşma çabasıyla karşı karşıyaydı. Komşusu bunu sık sık yapıyordu. Hemen savuşturmalıydı.
" Hı-hı" dedi. Bişey daha demesi gerekiyordu. Neydi? Ha tamam. "Teşekkür ederim."
Kadının diyecek başka şeyleri de vardı. Gözlerinin içi şevkat göstermeye hazır, öylece bakıyordu. Yeter ki istesin.
İstemiyordu.
Kapıyı çok yavaş bir şekilde kapatmaya başladı. Kadın hala orada öylece duruyordu. Kapı yavaşça kapanıyordu. Bu güle güle demekti ikisi de biliyordu ama kadının gitmeye pek niyeti yoktu.
Sürüdüğü ayaklarının içeriden gelen sesi, adamın çoktan uzaklaşmış olduğunu anlattı kadına. Sarmaş dolaş iki sincabın olanca şirinliği ile gülümsediği, üzerindeki "Hoş geldiniz" yazısı tozdan okunmayan paspasa baktı. "Yazık" dedi.
Adamın tüm bezginliğine inat "Hayat bende be!" dermişcesine, terliklerini şaklata şaklata üst kata çıktı. Evine girip, hızlıca vurdu kapıyı.

Elinde bir tabak kurufasülye ile mutfakta dikilen adam "Yemek yesem iyi olacak." diye düşündü. Acıkmamıştı ama en temel alışkanlığı onu çağırıyordu.
Komşu kadının turşu bahsi aklına geldi. Evde turşu var mıydı acaba. Mutfağa bakınmaya başladı. Fakat bir şey bulamadı. Mutfağın önünde karışıklığı ile baş döndüren kapalı balkona bakmaya karar verdi. Dipte bir kiler dolabı vardı.
O karışıklıkta güç bela dolaba ulaştı. Açtı. 5 litrelik cam kavanozda özenle dizilmiş salatalıklar ona bakıyordu. "Tabi ya." dedi, "Güzün turşuluklar çıktığında ben pazardan salatalık almıştım. O da yapmıştı."
Sonra birden içi titredi. Gözleri doldu. Hıçkırıklar göğsünü yumrukluyordu.
" O yapmıştı."
"O yapmıştı."
"O yapmıştı. O!"
Böğrüne bir tekme yemiş gibi iki büklüm oldu. Dizlerinin üstüne çöktü. Alnı yere değiyordu. Yukarıdan bakabilen biri onu böyle görse 5 litrelik turşu kavanozuna secde etmiş bir adam gördüğüne yemin edebilirdi.
Yer soğuktu. Alnı üşüdü. Gözyaşları yüzünü yıkıyordu. Dinmek bilmiyorlardı ama içi ferahlar gibi oldu. Doğruldu. Uzandı kavanozu dolabın içinden aldı. Götürüp mutfak masasının üstüne koydu. Ondan geriye hiç bir şey kalmadığını düşünüyordu. Oysa işte şu turşuyu o kurmuştu.
Bir sigara yaktı.

Zaman ne garipti. Turşu kurduğun günün ertesi günü ölebilirdin ve sen öldükten aylar sonra ellerinle tek tek dizdiğin şu salatalık turşusunu afiyetle yiyebilirlerdi. Sesin bir daha yankılanmazdı gökkubede ama turşun dururdu, bir dolabın içinde.
Garip mi yoksa insanın acziyetine bir kanıt mı karar veremeden ama sorgulamaktan da kendini alamadan duruyordu kavanozun karşısında.
Ne yapacaktı  ?
Yiyemezdi. Ondan geriye bir bu kalmıştı. Kesinlikle yiyemezdi. Sinirleri bozuldu. Dolaptan bir şişe çıkarıp bir kadeh rakı doldurdu kendisine. Uyuyamadığı gecelerde içmek alışkanlık olmuştu. Evde her şeyden çok içki vardı. Neredeyse bütün parasını kendisini rahatlattığını düşündüğü rakıya yatırıyordu.
Kurufasulyeyi çöpe döktü. Bu akşam kuyuyu rakı ile dolduracaktı. Peşpeşe 2 kadeh yuvarladı. Isındı. Omuzlarının gevşediğini hissetti. Gözlerinin nemine aldırış etmedi.
Sonra birden uzandı, kavanozu açtı. İçinden bir salatalık turşusu alıp iştahla yedi. Aylar sonra onun elinden bir şey yiyordu. Hem çocuklar kadar mutlu hem de idamlık mahkum kadar çaresiz hissediyordu. Kadehini doldurdu, kafasına dikti.
Sonra bir turşu daha aldı. Bu kez bir yudum rakı bir lokma salatalık ritmi ile gidiyordu. Gece böyle sürdü gitti.

Sabah uyandığında mutfak tezgahının önünde yerde yatarken buldu kendini. Yerdeki yolluğa dolanmıştı. Her yanı kaskatı kesilmişti. Kafasını kaldırmasıyla gırtlağından bir şeylerin yükselmesi bir oldu. Öğürdü. Hemen iki eli ile ağzını kapayıp tuvalete koştu. O sersemlik ile çarpmadığı yeri kalmadı.
Yeşil yeşil kusması akşamki turşu meselesinin zihninde yanıp sönmesine yardımcı oldu. Öğürtüleri o kadar sıktı ki nefes bile alamıyordu. Mutfağa geri döndüğünde gidişinin üzerinden bir saat geçmişti neredeyse.
Berbat hissediyordu. Sigarasında kalan tek dalı yaktı. Sandalyeye çöktü. O sırada kavanozu fark etti. Dibinde az bir su ile 3 tane salatalık turşusu kalmıştı. Gözlerine inanamadı. Yerlerde turşu aradı ama nafileydi. Birden midesi kasılmaya başladı. Derin derin solumaya başladı. Hem öfkeden delirmişti hem de midesi sancıyordu. İki büklüm yerinden doğruldu. Kendisine küfrediyordu. Bağırdıkça sesi çatallandı. Ağlamaya başladı. Kavanoza sarıldı. Turşu kokusu midesini kaldırdı. Kapağını kapattı sıkıca. Yine sarıldı.
Kavanozu alıp yatak odasına götürdü. Komidinin üzerine bıraktı. Odadan çıkınca kapıyı kilitledi. Kavanozu korumaya alıyordu kedince.
Midesi yine kasıldı. Nefesi kesildi "Ölüyorum" diye düşündü. Bir süre yerde cenin pozisyonunda yatarken aklına üst kat komşusu geldi. Midesi için ilaç isteyebilirdi. İlaç yoksa bile acısını dindirecek bir öneride bulunabilirdi. Sürüne sürüne üst kata çıktı. Kapıyı çaldı. Kapı hışımla açıldı. Dün ki şevkatli bakışlardan eser kalmamıştı. Kadın, biraz kızgın biraz da adamı ilk kez kapısında görmenin verdiği şaşkınlıkla "Buyrun" dedi.
" Midem kötü de, sizde mide ilacı bulunur mu diye soracaktım."
" Kurufasülye mi dokundu ?"
Kadın endişeli görünüyordu şimdi.
" Hayır. Yemedim ki onu. O olamaz. Şeyden oldu kesin."
Adam, kadının çatılmış kaşla kendisini dinlediğini görünce kıvırmaya çalıştı.
" Yani dünden beri kötüyüm. Yiyemedim kurufasülyenizi. Pek de güzel görünüyordu."
Kadın inanmamış görünüyordu ama "hadi öyle olsun" bakışı ile kenara çekildi, içeri buyur etti adamı. Kadının temiz evinde kendi üzerinden yükselen rakı ve kusmuk kokusunu aldı birden. Bir bulantı dalgası daha yükseldi içinden. " Burada olmaz. Burada olmaz." diye kendi kendine mırıldandı. Kadın o sırada bişeyler anlatıyordu ama kusmamaya o kadar odaklanmıştı ki hiç birini duymadı. İlacı uzattığını fark edince elinden kaptı. Hemen kapıya koştu, teşekkür edip kapıyı çekti. Kendi evinin içindeyken, kendi evinin kapısı suratına çarpılmış gibi bakakalan kadının yüzünü o an göremedi ama sırtında bir ürperti hissetti.

Merdivenleri üçer beşer atlayıp eve girdi. Öğürmekten nefes alamıyordu ama midesinde çıkacak bir şey kalmamıştı. Biraz sakinleşince burnunu tutup ilacı yuttu. Onu midesinde tutmaya çabalayarak kendini salondaki koltuklardan birine bıraktı. Mide kasılmalarıyla bezeli rahatsız bir uykuya daldı.
Uyandığında hava kararmıştı. Mide ağrısından eser yoktu ama içi yanıyordu. Galon galon su içmek istiyordu. Susuzluğuna bir nebze ket vurunca sıcak bir duş alıp korkunç aromalı kokusundan sıyrılmak istedi.
Duştan çıkıp giyinmek için yatak odasına geçince kapının kilitli olduğunu hatırladı. Açtı.
Kavanoz koyduğu yerde öylece duruyordu.
Kavanozu bulduğundan beri yaptıkları son aylarda yaptığı bir sürü şeyden daha saçma göründü gözüne. Utandı, öfkelendi, kızdı.

Çabucak kıyafetlerini giyerken bir yandan da kavanozu bulduğu yere koyacağını ve orada unutacağını söylüyordu kendine.
Hışımla kaptı kavanozu mutfağa yöneldi. Tam balkona çıkmıştı ki kapı çaldı. Kavanozu mutfaktaki masaya bırakıp koşarak kapıya gitti. Kapı önünde bekleyen kadın, süratle kapıya gelenin adam olamayacağını düşündü. Kafasından hızla" Evdeki kim ? Adam çok hastalandı da bir yakını mı geldi acaba ? gibi sorular geçti. Kapıyı adamın açtığını görünce şaşkınlıkla " İyi misiniz ?" diye sordu. Adam gülümseyerek "Evet" dedi " İlaç iyi geldi. Teşekkür ederim." Kadın daha da şaşırdı. Ne yapacağını bilemeden aralık kapıdan içeri girdi. Girer girmez de pişman oldu. Ev berbat haldeydi. Köpek bağlasan o bile isyan ederdi.
Adam koşar adım mutfağa gidince kadın da peşinden gitti. Adam bir an önce kavanozu ortadan kaldırmak istiyordu fakat kadının " A-a sizde turşu varmış ya" demesiyle irkildi. "Dün konuşmuştuk hani" Adam baskın yemiş gibi bir ifade ile " Evet" diyebildi sadece. Ve kadının uzanıp kavanozu açışını, içinde kalan salatalıklardan iki tanesini almak için kolunu dirseğine kadar kavanozun içine sokuşunu, ölmeden önce görülen film şeridi tadında izledi.
"Güzelmiş bu. Nereden aldınız? Ben hiç dayanamam turşuya bir daha  aldığınız da haber verin bir kaç kavanoz da ben aldırayım" dedi kadın. Turşu tutan parmaklarımı çarçabuk yaladı bunları söylerken. Adamdan önce hiç ses çıkmadı. Kalan tek bir turşuya bakıyordu.
" Eşim yapmıştı" diyebildi güç bela.
Kadının beti benzi attı. "Ben gideyim artık" deyip hızla çıktı mutfaktan. Adam hala tek salatalığa bakıyordu. Kadın terliklerini şaklata şaklata merdivenleri tırmanırken adamın, yedi sülalesine sövdüğüne emindi.

Adam dolaptan yeni bir rakı şişesi açtı. Sandalyeye çöktü. Hızlıca bir kadeh doldurup içti. İçi ısındı. Omuzları gevşedi. Uzandı kavanozu kucakladı. Açıp en dipte duran tek salatalığı aldı, attı ağzına.
Boş kavanozu karşısına koydu. Bir kadeh daha doldurdu kendine. Kadehini kavanoza kaldırdı, gülümsedi.
"Artık sen de benim gibisin" dedi.





Yorumlar

Yorum Gönder

Popular Posts

Nobahari

Ben, Kirke

Ahlat Ağacı