Köy Günlüğü -2

 


İnsan her şeye çok çabuk alışıyor. En büyük acılar bile zamana yenik düşüyor. Distopik bir öyküde okusak başımıza gelecekleri ben eminim alengirli bi küfür savururduk. Ama marketten aldığımız her şeyi çamaşır suyu ile silmeye bile alıştık biz. Maskeler altındaki nefessizliğe. İstanbul’un en son 1900’lü yılların başında tanık olunan boş sokaklarına.  Hemen uyum sağlama aşamasına geçtik. Ama aç ama tok. Bizi hayatta tutan belki de budur.

                                                                              *

Köye uyum sağlamak o kadar zor olmadı tabi. Bir kere Allah’ın dağında o kadar az insanla kalınca maske çıktı hayatımızdan. Oksijen çarpmasıyla tanıştık. Öyle ki sabah beşte dinç uyanıp akşam dokuz buçuk gibi yataklara koşuyorduk.
Yeni biri gelince doğru karantinaya yollanıyordu. 14 gün boyunca yok sayıldıktan sonra virüssüz oldukları anlaşınca onlar da bu özgürlüğün tadını yaşadılar. Köyümüzde ev harici herhangi bir şey bulunmuyor. İhtiyaçlarımız şehre giden minibüs ve köye gelen sebzeci tarafından karşılanıyordu. Köyde yaz demek bolluk bereket demektir. Bahçeler olmaya başladı mı ekmekten başka ihtiyacınız kalmaz. Onu da sacda kendiniz pişirirsiniz.

                                                                                              *

Aylar sonra sebzeci yeniden geldi. Karın biraz kalkmasına güvenmişti ama o geldikten sonra yeniden yollar kapandı. Uzun bir süre daha taze sebzeye hasret kalacağız sanırım. Yazın kuruttuğumuz sebzeleri ve yaptığımız konserveleri  kullanıyoruz. Annem sacda ekmek pişirme işini tamamen çözdü. Yine de insan eski alışkanlıklarını özlüyor. Sokağın başındaki markete gitmek büyük lüksmüş. Burada ayda 1 sefer şehre inmeler olmasa sebze ve meyve görmek hayal. Gerçi kilerde kasa kasa elma var. Elmanın ne kadar kıymetli bir meyve olduğunu burada anladım.

                                                                                              *

Dedemin kırkını veremedik. Yalnızca çevre köylerden bir dede gelip mezarlıkta dua okudu. Tek başına. Sonra biz gidip dualarımızı edip mumlar yaktık. Köye aş dağıtıldı. İnsan görmeyince inanmıyor da orada yatanın dedesi olduğuna. Daha önce anlatmıştım, dedem kendi mezarını kendisi kazmıştı. Ne kadar kızdığımı hatırlıyorum. Şimdi orada yatıyor işte. Bütün ailem orada yatıyor.  En gencinden en yaşlısına. Köydeki evlerinden çıkıp bir bir oraya taşındılar.

Özlem bu yıl daha garip bir hal aldı...

 

 

 

 

 

Yorumlar

  1. Sadece paylaştığın resim bile huzur veriyor insana. Köy hayatının eksileri olabilir ama sahip olduğu artılara sadece o ortamda olanlar sahip olabilir. Ayrıcalıklı yaşamın tadını çıkarmak gerek bence. Her şeyin hazır alınıp tüketildiği dünyada bazı şeyleri kendin üretip,saklayıp vakti geldiğinde tüketmek ne güzel şey. Maskesiz hayat, doğa, sessizlik ve huzur. Ne güzel bir şey. Bir gün herkes köylere dönecek. O gün sandığımdan daha yakın sanırım. Geçen yılların özlemini dindirmesini dilerim. Emeğine sağlık. Yine güzel bir yazı paylaşmışsın. Saygılarımla. Vesselam...

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popular Posts

Nobahari

Ben, Kirke

Ahlat Ağacı