Kimsesiz Öyküler : Sarhoş



Sabah kesif bir rakı kokusu ile uyandı. Hani o el değmemiş taze doldurulmuş rakı kokusu değil de insan rahiyasına bulanmış olanıydı bu. Sağına soluna baktı kokunun kaynağını bulamadı. Sırtına bir yelek atıp yalın ayak kapıya seğirtti. “ Püüüü alemci mi oldun ulan şimdi de başımıza” Kapıdaki divana serilmiş iki adam dipsiz bir kuyudan gelen uğultu gibi derin derin soluyordu. Esme’nin bağırtısına uyanmadıklarına göre sızmış olmalıydılar. Önlerinde geceden kalma boş rakı şişeleri ve birkaç meze vardı. Hışımla dönüp odasına gitti, çarçabuk üstünü değiştirdi. Evi yıkarcasına sağını solunu topladı. Sinirlenince garip bir kuvvet gelirdi Esme’ye. Kocası bazı vakitler inadına kızdırır “ pehlivan hatunum” diye severdi. Esme’nin bu durumdan pek keyif aldığı söylenemezdi. Bu bir baltaya sap olmaz herif, utanmaz bir de kendisiyle dalga geçerdi. Ocağın başına geçip talihine anasına babasına söve söve çay suyu koydu. Çay içse sakinlerdi. Ondan sonra bahçeye çıkar, bu rezil herifleri uyandırır, kapıyı bacayı bir temiz yıkardı. Kocasının yanındaki kim hiç bilmek istemiyordu. Bu akıl fukarası herif kim bilir yine hangi dümencinin ağına takılmıştı. Saf adamı iyi bellerdi eskiler ama şimdiki şeytan urbası giymişler için saf adam oyuna getirmelik kerizdi. Düşe düşe bir kerize düşmüştü Esme. Çayı demlemek için çay koyduğu kavanozu aradı bulamadı. Dün ekmek pişirirken dama götürdüğünü hatırladı. Şimdi yine bahçeye çıkacak odun damının yanında ekmek pişirdiği bacaya gitmesi gerekecekti. Keriz herifini tekrar görüp siniri zıplasın istemiyordu ama çay içmeden de yapamazdı. Kapıya çıkınca direkt bacaya doğru yürüdü. Bahçeyi adımlarken otların arasında alacalı tüylü bir şey fark etti. Yerinden zıpladı. “ Kız bu neyy? “ Otlar biçilmediğinden 20 cm olmuşlardı. Olduğu yerden otların arasında yan devrilmiş yatan şeye bir anlam veremiyordu. Merakına yenilip otların arasına daldı. Terliği taşa denk gelince ayağı burkuldu. Ayağı toprağa, bileği de dikene denk geldi. Her zaman ki dizde biten çorapları yerine kısa olanları giymişti ya bugün, diken de gelir kırk yılın başı gün gören bileğini bulurdu. Bahtsızdı Esme ne olacak. Diken de onu bulurdu bu akılsız herif de. Bir küfür daha savurdu. Sonra biraz fazla sesli söylediğini fark edip etrafına baktı. Komşulardan kimsecikler yoktu neyse ki. Yoksa adı “ağzı bozuk Esme’ye” çıkardı. Otların arasında yatan hayvanın başına geldi. Eğildi baktı ölmüştü zavallı. Tavuk değildi galiba. Şu afili boyuna bakılırsa horozdu. Pek besili bir şeydi. Esme çabuk davranırsa murdar olmadan güzel bir çorba olabilirdi. Kocası olacak akılsıza ne diye satmışlardı bu hayvanı acaba. Evde tavuk mu vardı ki horoz da olsun. ”Aman Esme” dedi kendi kendine “sen yap çorbanı boş ver.” Hemen yaprak koyduğu tenekeyi yamacına çekip horozu bir güzel yoldu. Tüyleri pek güzeldi kuyruk kısmındakiler ışığa tutuldu mu siyahtan koyu yeşile bazısı da koyu maviye dönüyor istiridye kabuğu gibi parıl parıl parlıyordu. Hayvanı tamamen yolduktan sonra çeşmenin önünde duran boş alüminyum tencereye koydu. Eve doğru koşup en iyi kesen bıçağını almaya gitti.
O sırada sedirde fosur fosur uyuyan adamlar uyandı. Esme’nin kocası Ahmet az ötede duran ceketini sırtına attı. Gecenin bütün ayazını yemişlerdi ama o kadar çok içmişlerdi ki üşümemişlerdi. Sabah serinliği fena vuruyordu şimdi. “ İyi uyudun mu Hüseyin abi “ diye sordu arkadaşına. “ Ne uyuması be oğlum resmen bayılmışız “ dedi sigarasını yakan adam. “Ahmet be şu senin hanıma seslen bir çay koysun bir sokum ekmek yiyip yola çıkalım haydi” Ahmet Esme’ye seslenmek için ayağa kalktı. Aklına dün gece Yusuf Dayı’dan aldığı Horoz geldi. Yine içini bir sevinç kapladı. Esme’ye anlattığında ne sevinirdi kim bilir. Yusuf Dayı’nın horozu güzelliği ile meşhurdu. Çamlığın en güzel horozu yarışmasında her sene ödül alıyordu. Ödülde az buz değildi neredeyse bir öküz parası veriyorlardı birinci olan horoza. Yusuf Dayı yaşlanmıştı artık. Hastalık belini bükmüştü horozu çok sevdiği yeğeni Ahmet’e vermeye karar vermişti. Yarışma düzenlenmeden önce Ahmet’i çağırıp horozu verdi. Yanına da bu işlerden iyi anlayan Hüseyin’i kattı. Yeğeni iyiydi iyi olmasına ama biraz fazla saftı. Yanında işinin ehli biri şarttı. Ahmet de hepten yol yordam bilmez değildi tabii bu yardımların karşılığı olarak yola çıkmadan yeni arkadaşına bir rakı sofrası kurmazsa olmazdı.
Ahmet işte bütün bunları Esme’ye anlatmanın heyecanıyla yanıp tutuşuyordu. Birden horozu göresi geldi.  “ Hüseyin abi bizim şampiyon ortalarda yok sen gece sızmadan odunluğa kapadın değil mi ?”  Hüseyin boş gözlerle baktı Ahmet’e. İkisi birden odunluğa doğru koştular. 
O sırada biri daha ayılıyordu. Dün gece masada duran rakı dolu kadehlerden nasiplenen biri. Tencereden önce kafasını sonra çıplak boynunu çıkardı. Biraz yalpaladı sonra toparlanarak kendini kurtardı. Ahmet ve Hüseyin çırılçıplak horozun, evin kapısında elinde bıçakla bekleyen Esme’ye doğru koşuşunu gözleri yuvalarından fırlamış bir şekilde izlediler.

Yorumlar

Popular Posts

Nobahari

Ben, Kirke

Ahlat Ağacı