Kimsesiz Öyküler: Vapurda


 İskeleyle vapur arasına atılmış tahta köprüden geçiyorum. Biraz gerginim. Biraz da denizin sarsıntısı ile başım dönüyor. Senden geçti artık diyorum kendi kendime. Evde konuşabilirdik veya şu sahildeki bankta. Ben vapurları severim ve sevdiğimle sevdiğim bir yerde sevdiğim şeyleri konuşmayı da severim. Burada buluştuk hep. Yine burada buluşacağız.
Önümde kahverengi kırçıllı paltosuyla bir kız yürüyor. Filmlerdeki kızlara benziyor ama benim gençliğimde oynayan filmlerdeki kızlara. Yeşil gözleri dalgın biraz. Benim hayalim değildir inşallah bu. Son zamanlarda kafam biraz karışıyor. Sema’nın büyük oğlanı şu avukata benzettim ya. Mahcubum…

Akıl dediğin şey nasıl da oyun oynuyor insana. Bak yine savruldum. Üst kata çıkmam lazım. Nereye gittin yeşil gözlü kız. Aklımı başıma toparlamalıyım. Belki bu son konuşmamız olur belki gelemem artık vapura. Merdivenleri ikişer üçer çıkardım gençliğimde. Ne kızardı annem bana. Nereye gittin yeşil gözlü kız. Belki üst kata çıkmıştır o da. Merdivenleri tırmanmak bu kadar zor olmasaydı keşke. İşte üst kattayım nihayet. Yeniden kalbim hızlanıyor. Deniz pek bir hırçın bugün. Sağa sola yalpalayan bir ben varım bir de çay tepsisini gezdiren çaycı. Ben merdivenleri tırmanana kadar çoktan herkes bir yer kapmış oturmuş. Ah işte yeşil gözlü kız.

Halâ  kitap okuyan kaldı mı bu devirde ?  Dur bakayım ne okuyormuş. Bu gözlükleri sevmezdim bir de bak hayat kurtarıyormuş. Demek yeşil gözlü kızın okuduğu kitabı görmek bile hayat memat meselesi oldu ha senin için. İyice garip bir adam oldun. Garip, huysuz, aksi ve yaşlı. Kitap değil ama onca merdivenden sonra şuracıkta soluklanmak hayat kurtardı gerçekten. Bak yine savruldum. Kitabı azcık daha yüksekte tutsa okuyacağım. Haru… Haruki
Murakami. Ne garip isim yarabbim. Kitabın adı da şu olsa gerek “İmkansızın şarkısı” Eğer bir imkansızlık şarkısı söylenecekse en güzel Müzeyyan Senar söylerdi. Bu garip isimli adamın ondan pek haberdar olduğunu düşünmüyorum. Ah yeşil gözlü kız sen bilirsin değil mi Müzeyyen Senar’ı ? Bir seferinde kendisini dinleme şerefine nail olmuştum. Ne güçlü bir ses ve ne güçlü bir kadın yarabbim. Bütün gece kafamı belli bir hizada tutup göz göze gelmemeye gayret ettim. Çünkü ben kendimi bilirdim. Bak yine savruldum. Kendine gel be adam. Buraya ne için geldin neler yapıyorsun. Hakikaten ne için geldim ? Yeşil gözlü güzel bir kız görmeyeli çok olmuştu. Benim hayalim değildir inşallah bu kız. Değildir. Sen nerden bileceksin bu garip isimli adamı ? Belki uydurmuşumdur. Zaten ismi isme benzemiyor. Bak yine savruldum. Tamam dinlendin kalk çık dışarı. Bu yeşil gözlü kızı da rahat bırak. Aramızda 2 sıra koltuk var ben nasıl rahatsız edeyim onu. Eskiden insan insanın gözüne bakamazdı. Böyle baktı mı da… Ben bilirim kendimi. Kalk çık dışarı. Savrulma artık.

Sendeleye sendeleye ayağa kalkıyorum. Arkaya doğru ilerliyorum. Bu lanet kapı eşiklerini ne düşünüp koydular acaba. Hoşçakal yeşil gözlü güzel kız. Şimdi çok daha mühim bir dostla buluşma vakti. Senden güzel olmasın bir zamanlar o da güzeldi. Seyretmeye doyamazdım. Vakurdu incitilmemişti. Kimseler el sürmeye kıyamazdı. Ama “insanoğlu puşt misali” derdi babam. Ağına düşürmeye görsün bir, kurt gibi çıyan gibi sarar kuruturdu.

Hava soğukmuş. Atkımla boynumu iyice kapatıyorum. Hep burada bir vapurun kıç bölümünde dalgalar köpük köpük olurken ve bayrak, direğine rüzgardan dolanmışken ona doğru yürüdüm. Yine yürüyorum. Ona burada bakmak, burada konuşmak onunla, buradan seyretmek onu hep çok güzel gelmiştir bana.  Ey yıkık ve mağrur dost,  ey şahları, sultanları, şairleri kendine hayran bırakan dilber.  
Ey zalim insanoğlunun son kurbanı.
Ey İstanbul.
Merhaba!

Yorumlar

Popular Posts

Nobahari

Ben, Kirke

Ahlat Ağacı