Kayıtlar

Köy Günlüğü -2

Resim
  İnsan her şeye çok çabuk alışıyor. En büyük acılar bile zamana yenik düşüyor. Distopik bir öyküde okusak başımıza gelecekleri ben eminim alengirli bi küfür savururduk. Ama marketten aldığımız her şeyi çamaşır suyu ile silmeye bile alıştık biz. Maskeler altındaki nefessizliğe. İstanbul’un en son 1900’lü yılların başında tanık olunan boş sokaklarına.   Hemen uyum sağlama aşamasına geçtik. Ama aç ama tok. Bizi hayatta tutan belki de budur.                                                                               * Köye uyum sağlamak o kadar zor olmadı tabi. Bir kere Allah’ın dağında o kadar az insanla kalınca maske çıktı hayatımızdan. Oksijen çarpmasıyla tanıştık. Öyle ki sabah beşte dinç uyanıp akşam dokuz buçuk gibi yataklara koşuyorduk. Yeni biri gelince doğru karantinaya yollanıyordu. 14 gün boyunca yok sayıldıktan sonra virüssüz oldukları anlaşınca onlar da bu özgürlüğün tadını yaşadılar. Köyümüzde ev harici herhangi bir şey bulunmuyor. İhtiyaçlarımız şehre giden minibüs ve

Köy Günlüğü -1

Resim
  Derler ki “Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar. Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.” Benim burada size anlatacağım hikaye kaygı dolu bir yolculukla başladı. 3 gün boyunca deli gibi çalışmış, evi   ve eşyaları toplamıştım. Üstüne üstelik öldürücü bir virüse yakalamadan 15 saat yolculuk etmem gerekiyordu. Yanımda kardeşim, annemle babamın bizi beklediği köyümüze gidiyorduk. 20 gün önce vefat eden dedemin cenazesine gidememiş üstelik karantinada tek başına bu acıyı göğüslemiş iki kardeş olarak en azından dedemizin kırkında bulunmak istemiştik. *   Bugün 19 şubat   2021. Dışarıda kar yağıyor. Hava sıfırın altında yedi derece. Köpeklere verdiğim su yarım saat içinde donuyor. Bir dağ köyünden yazıyorum size bu satırları. Az önce pencereden baktım. Köyün ortasında su içmekte olan ineklerin etrafında bir minik dana heyecan ile koşturuyor. İlk defa kar görüyor.   Öyle hareketli ki minik çifteleri havayı dövüyor. Dışarıda sadece çeşmeden akan su sesi   ve h

Bir Başkadır...

Resim
Bir Başkadır geçen hafta izleyip izleyip hemen hunharca analizlere boğduğumuz bir dizi oldu. Bundan bunalanlar oldu fakat ben konuşulması taraftarıyım. Severim dizileri/filmleri otopsi masasına yatırmayı. Dizinin bence ana teması yalnızlık. Yani "Ah bize neler ettiler" hissine kapılmadım izlerken. Karakterlerin hepsinin içine düştüğü bir yalnızlık durumu var. Fakat pek de bu durumla yüzleşip çare aradıkları söylenemez. Peri hariç.  Hastasıyla terapide yaşadığı zorlukları  bir başka psikiyatristle paylaşıyor. Gayet açık ve dürüst bir şekilde kendini ifade ediyor. Zaman zaman kaçsa da Peri'nin bu çabası dizide belki de kendisine dair farkındalıkları olan tek karakter olduğunu gösteriyor izleyene.  Gülbin her şeyi bildiğine o kadar emin ki Sinan'a Peri'nin kendisiyle paylaştıklarını anlatırken yansıtma yaptığının farkında bile değil.  Yalnız ablası kesinlikle temsil ettiği şey. Derya Karadaş'ı tebrik ederim. Meryem dizinin ana karakteri. Onun birbirine bağladığı

Mezar Arasında Harman Olur Mu

Resim
                               Bir adam geldi kapıya, elinde karpuzla. "Burası Ali Haydar amcanın evi mi ?" dedi. "Evet" dedim. Kapıdaki divana çöktü oturdu. "Tanıyamadım." dedim "Sen beni tanımazsın" dedi.  "Dedem içeride birazdan gelir." dedim. Öyle sustuk oturduk. Sıkıntılı bir sessizlik oldu. "Ben" dedi "Seneler evvel bu köye bir cenazeye birilerini getirmiştim arabamla. Cenaze dağıldı, herkes köydeki yakınlarına gitti. Ben buralı değilim. Mezarlıkta öyle kaldım. Kimseyi de tanımıyorum. Dolanıyorum buralarda. Şu bahçenin köşesinden "Kardeş buyur gel çay iç" diye biri çağırdı. Geldim oturdum. Çayımı içtim, yemeğimi yedim. Oturdum akşama kadar.  Geçen gün "Haydar amcanın torunu ölmüş" dediler. Çok üzüldüm. Başınız sağ olsun bacı." dedi. Sonra dedem geldi, sarıldılar. Dedem ağladı, ben gittim çay koydum. Böyle zamanlarda ben hep çay koyarım veya yemek hazırlarım çünkü öyle vakitlerde dayanmaya gü

Bizim "Şahsiyetimiz"

Resim
Unutmak mucize midir lanet midir ? Şahsiyet'in izleyiciye sürekli sordurduğu bir soru. Agah Beyoğlu'nun yaptıklarına bakılırsa içine düştüğümüz en kötü durumu bile kullanmayı bilirsek fırsata çevirebiliriz. Unutmak mucizemiz olabilir. Peki ya unutulmak? İnsanın en korktuğu şey değil midir unutulmak ? Bütün bu enerjimiz bitmek bilmeyen çırpınışlarımız dünya üzerinde biraz olsun hatırlanmak, iz bırakmak için değilse nedir ? Hadi boşverin dünyayı, uzun zaman sonra karşılaştığınız ve o kadar da samimi olmadığınız birinin sizi hatırlamamış olması bile incitici gelir.  Unutulmak bizim en büyük korkumuzdur. Unutanlar, unutulanlar... İşte dizi bu tema üzerinden kendini öyle güzel gerçekleştiriyor ki hayran kalıyor insan. Dozunda göndermeler, dozunda mizah, beklentileri karşılayan bir yapım. Onur Saylak'tan bu performansı beklemiyor olmak benim ayıbım olsun. Her karesi bir fotoğraf olan bu dizi hem ruhumuza hem gözümüze hitap ediyor.  Nevra ve Agah Biri unutmaya başlarken diğeri hat

Ben, Kirke

Resim
Bu sene bana en çok tavsiye edilen kitap Ben, Kirke'ydi. Bir sebebi vardır elbette deyip hemen aldım kitabı. Mitolojiye her zaman ilgim oldu. Masalları, efsaneleri dinlemeyi, okumayı hep sevdim.  Kirke'nin hikayesine Yunan Mitolojisi'ne biraz ilgi duyan herkes aşinadır. Yazar burada ustaca manevralarla kendi (hatta bizim) hikayesini de bu efsaneye yediriyor. Akıcılığı, edebi açıdan da insanı hayal kırıklığına uğratmayan "bala yatırılmış"cümleleriyle insanı saran bir eser.  Aslında elimde tuttuğum kitap bir kadın hikayesiydi. Tüm yönleriyle. Mitoloji pelerinine öyle güzel sarınmıştı ki bana beni anlatıyordu ama ben onu Kirke sanıyordum.  Kadın yeryüzünde varolduğundan beri insanoğlu onun gücünün farkında. Bunu en güzel anlatılan efsanelerden anlıyoruz. Buna rağmen asla kendini kadına teslim etmedi. Onunla savaştı, onu yendiğine ikna etti(!) ve sınırladı. Sonra aslında olanı geri kazanmaya çalışmamızdı hep. Halâ sürüyor. İşte bunu içimde taşırken Kirke'yi okumak

Anlatmaya...

Resim
Anlatmaya hep çocukluktan başlanır ama insan yetişkinken daha sert darbeler alır. Hiç bir çocuk evlat acısı çekmez örneğin. Travmaların sebebi derinlerde aranır ama hassas bünyeleri hafif bir rüzgar bile hasta edebilir. Ben ne zaman "kırıldım" bilmiyorum. Aslında biliyorum da net bir tarih atmak biraz fazla kesin konuşmaya girer. Kesin konuştun mu yargılarsın. Yargılarsan tahammül ettiklerin ağır gelir. Kendine dürüstsündür ama kendine acımasız olmak zordur. İkisi aynı şey diyebilirsiniz ama insan merhameti hep karşısındakine mi harcamalı ? Ne zaman "Ben" dediğimin kesin tarihini net bir şekilde verebilirim çünkü o gün kendimin elinden tutup kalk dedim. Kalk. Yeter artık süründüğün... Başaramadın mı ? Olsun. Kendini kendi önyargılarının ışığında sorguladın, yargıladın, idam ettin. Bitti mi ? Bitti. İnsan dediğin çelişkili bir yaratıktır. Sen hep aynı noktadan aynı doğru düşüncelerle bakmaya çalıştıkça, sen hep doğru olmaya çalıştıkça aslında yanlışl